16 Ocak 2013 Çarşamba

Küçük Düşler Büyük Umutlar - Kim Gruenenfelder

Bitirir bitirmez blogumun başına koştum diyebilirim.. İşten güçten vakit bulabildiğim tüm anlarımda elimden bırakmadan üç akşamda bitirdim. Her elime alışımda çok eğlenceli, keyifli, bambaşka bir ortamın içine çekildim.

Düzenli olarak "pasta piyangosu" düzenleyen ve çıkan tılsımların gerçekleşeceği konusunda inançları sonsuz olan üç arkadaşın hayatlarına diledikleri gibi yol verebilmek için ufak hilelere başvurup tılsımları ayarlamalarına rağmen her birine alakasız ve beklemedikleri tılsımların gelmesiyle hayatlarında gerçekleşen inanılmaz gelişmeleri anlatan eğlenceli ve keyifli bir roman.

Düğününe bir hafta kalan Nicole, 6 yıllık erkek arkadaşı tarafından aldatılan Melanie ve en iyi dostuna aşık Seema... Birine bebek arabası, diğerine tutkulu bir cinsel hayatı ifade eden kırmızı biberler, bir diğerine ise hayat boyu sıkı çalışmayı simgeleyen kürek çıkar...

Kadın erkek ilişkilerinin oldukça dürüst ve cesurca masaya yatırıldığı romanda diyaloglar bazen sesle güldürür nitelikte... Ayrıca türkçe çevirisi gerçekten başarılı. Bir kitap sitesinden konusuna bile bakmadan tamamen kargoyu bedavaya getirmek için seçtiğim bu roman bittiği için kocaman bir boşluktayım;)

11 Ocak 2013 Cuma

Kız Kardeşim İçin - Jodi Picoult

On üç yaşında bir kız çocuğu şehrin en ünlü avukatlarından birine gider ve odasına girer girmez elindeki tüm bozuk paraları avukatın masasına bırakarak şunu sorar: "Vücudum üzerindeki tüm hakların bana verilmesi için dava açmak istiyorum, benim için çalışır mısınız?" Ne daha önce bu tür bir konuda çalışmış, ne de bir kaç bozuk para karşılığında bir kız çocuğu için çalışmış olan avukat ilgiyle davayı kime açmak istediğini sorunca kız kendinden emin bir şekilde cevap verir "Anneme" !

Hiç bir hastalığı olmamasına rağmen on üç yaşına kadar sayısız iğne olmuş, sayısız operasyon geçirmiş, sayısız defa tahliller vermiştir Anna. Zaten doğmasının bile bir sebebi vardır, lösemi olan ablasına hayat kaynağı olabilmek; uyumlu dokularıyla ablasına ilik verebilmek... Ne çocukluğunu yaşabilmiş Anna ne de ihtiyacı olduğu herhangi bir an annesini gerektiği kadar yanında bulabilmiş... Hayattaki rolünü hiç bir zaman sorgulamayan Anna, ablasına organ nakli gerektiği zaman durur ve artık buna bir son verilmesi gerektiğini düşünür ve ailesine dava açar...

Bir tarafta Anna'nın çocukluğundan beri yaşadığı yalnızlık, diğer tarafta küçücük yaşından beri lösemiden kurtulamayan, ne çocukluğunu ne de gençliğini yaşabilmiş Kate, bir tarafta kızının iyileşmesi için her şeyi verebilecek anneleri... Ailenin tüm üyelerinin ağzından anlatılan, herkesi haklı bulacağınız olağanüstü derecede iyi anlatılmış, hayatta beni en çok etkilemiş kitaplardan bir tanesi... Jodi Picoult'un en mükemmel eseri...



Mart Menekşeleri -Sarah Jio

Bir solukta okudum... Kitabı yavaşlatan, ilgiyi dağıtan gereksiz ayrıntıların hemen hemen hiç bulunmadığı bir kitap "Mart Menekşeleri".

Aldatılan ve bu nedenle eşinden boşanan Emily'nin oldukça başarılı olduğu yazarlığına dönebilecek gücü kendinde toplamak ve yaralarını sarmak için çocukluğunda sık sık yaptığı gibi yengesi Bee'ye bir süre için konuk olur. Emily'nin adada kaldığı odada bulduğu bir günlüğü okumasıyla başlar her şey... Günlükte geçen tüm isimler ona yabancı olsa da içinde bu hikayenin kendisiyle bir ilişkisi olduğuna dair bir his vardır ve haklıdır da...

Geçmişte yaşanan kırık dökük bir aşk hikayesinin parçaları Emily tarafından bir araya getiriliyor. Sevgi, aşk ve dostluk üzerine ustaca yazılmış bir roman. En çok da ilk sayfadaki cümle kazındı beynime:

" Hayat, birine seni seviyorum demenin kararsızlığını yaşamak için çok kısadır"...

5 Ocak 2013 Cumartesi

Duyguların Rengi (The Help) - Kathryn Stockett

"Renkler farklı olsa da duygular hep aynıdır"

1960'lı yılların Mississippi'sinde deneyimli siyahi dadılara çocukların emanet edildiği ancak her anlamda kendilerine ikinci sınıf insan muamelesi yapıldığı bir döneme dikkat çekiliyor.

Romanımız, siyahi bir dadı tarafından büyütülmüş, üniversiteye gitmek için şehirden ayrılmış olan Skeeter'ın döndüğünde biricik dadısı ve evin hizmetlisi Constantine'in sessizce ortadan kaybolduğunu öğrenmesiyle başlar. Yazarlığa adımını yeni atmış olan Skeeter, çok sevdiği dadısının onu neden bırakıp gittiğini araştırırken bir taraftan da siyahi hizmetlilerin beyaz işverenlerle çalışırken çektikleri zorlukları kaleme almaya karar verir. Bu amaçla pek çok dadının ağzından kendi öykülerini dinleyerek bu öykülerden oluşan bir romandır yazmayı planladığı... Ancak işlerinden atılma korkusu yaşayan hizmetliler buna kolay kolay yanaşmazlar. İnatları, Skeeter'ın kendi dadısı Constantine'e olan sevgi ve özlemin etkisi ve siyahi hizmetlilere verdiği güç ve destek sayesinde kırılır. Kitabın başarısı bu güç ve dayanışmanın en büyük ödülüdür...

Beyazperdeye de uyarlanmış olan roman, bestseller tadında, zaman zaman duygusal, zaman zamansa eğlenceli ayrıntılarla süslenmiş, akıcı bir anlatıma sahip. Değişim, umut ve insanlar arasındaki eşitlik duygusunu güçlendirebilecek özellikte bir roman...

4 Ocak 2013 Cuma

Hayatın Kaynağı - Ayn Rand


Ayn Rand'ın 1943 yılında kaleme aldığı "The Fountainhead" insan egosunu ve idealizm olgusunu inceleyen kült bir eser...

Bir mimar olarak mesleğinde oldukça başarılı olmasına rağmen, dönemin tarzını yansıtan eserler yaratmayı reddeden Howard Roark aynı nedenle son senesinde okuldan atılırken, Howard'ın özgünlüğüne her zaman gıpta etmiş okul arkadaşı Peter Keating oldukça ünlü bir mimarlık firması olan Francon & Heyer'da çalışmaya başlar. Howard ise farklı tasarımlarıyla bir dönem oldukça tutulmuş olan ancak özgünlüğünden vazgeçmediği için yok olmaya yüz tutmuş bir mimar olan Cameron'un yanında çalışmaya başlar. Tahmin edilebileceği üzere Peter'ın ünü ve zenginliği her geçen gün artarken, Howard ancak kendi tarzını kabullenebilecek birilerini bulmakta zorlandığı için maddi sıkıntılar içindedir. Bu sırada Howard ile Francon mimarlık firmasının sahibinin kızı Dominique birbirlerine aşık olurlar fakat bu durumu göz önünde yaşamaktan kaçınırlar.

Ünlü bir mimari eleştirmeni ve sosyalist Ellsworth Toohey ise Roark’un özgün yeteneğini ve başına buyruk tavrını çok önemli bir tehlike olarak görüp onu yok etmeye çabalamaktadır, bu amaçla bir müşterisini yapılacak dini bir tapınağın mimarı olarak Roark’u seçmeye ikna eder ve tapınak bittiğinde de tapınağın din ve insanlığa karşı bir küfür şeklinde algılanması gerekliliğini toplumda yayarak Roark’un dava edilmesine neden olur.. Roark’un duruşmasında Dominique dışında herkes tapınağı ortodoks ve yasal olmamakla suçlar. Karşı tarafın duruşmayı kazanmasıyla Roark tekrardan işini kaybetmiş olur. Roark’u arzu ettiği için kendisini cezalandırmak isteyen Dominique, Peter Keating ile evlenir.

Wynand gazetelerinin sahibi, idealizmini kaybetmiş Gail Wynand reddedemeyeceği bir teklifle Keating'den Dominique'ı resmen 'satın alır'. Dominique zaten Howard'la olamadığı için kendine acı çektirmenin tüm yollarını denemektedir.

Wynand, Cortland Halk Evi projesi için Howard'dan yardım ister, Howard ise projesine bitene kadar kesinlikle karışılmaması şartıyla kabul eder ancak söz verildiği şekilde olmaz, planlar değiştirilir. Roark kendi planına göre yapılmamış binayı havaya uçurur ve polise teslim olur. Wynand daima hayranlık duyduğu Roark'ı kurtarabilmek adına gazetesinde ilk kez halkın değil, kendi sesi olur; Roark’u savunan yazılar yayınlatır. Bunun sonucunda gazetenin satışları düşer, grev başlar.

Duruşma Roark’un kötü sonu gibi görünse de bencillik erdemi ve kendine karşı dürüst kalma ihtiyacından uzun bir şekilde bahsederek jürinin dikkatini toplamıştır. Sonuç itibariyle de jüri onu suçsuz bulur.

"Hayatın Kaynağı", bir çok karakteri tüm özellikleriyle çok ayrıntılı şekilde ortaya koyarken, günümüzde karşımıza çıkan tüm insan profillerini çeşitli gruplar altında toplamayı başarabilmiş bir roman. Şüphesiz en etkileyici karakter olan Howard Roark, yaşadığı dönemde hiç tutulmamasına rağmen mesleğinde asla kendi tarzı dışına çıkmayan bir mimar olarak; yalnızca kendi prensipleri ve değerleri için yaşayan, bunları kaybetmemek adına tüm zevk ve çıkar unsurlarından vazgeçebilecek idealist insan profilini oluşturuyor. Bu uğurda "Hayır" diyebilmenin önemini vurguluyor.

Gerçek bir baş yapıt, olağanüstü bir eser...






3 Ocak 2013 Perşembe

Unutma Beni Apartmanı - Nermin Yıldırım

Hangi dürtüyle bu kitabı raftan indirip satın aldım bilemiyorum. Belki hayatım boyunca bende iz bırakan romanların büyük çoğunlukta yabancı yazarların elinden çıkmış olması; belki de günümüzde kağıt kaleme sarılan herkesin kendince ortaya bir roman koyuyor oluşundan, daha önce ismini duymadığım; herhangi bir romanını okumadığım, bir şekilde rastlayamamış olduğum bir türk yazarın romanını alma konusunda hep tereddütlerim olur. Belki sadece kitabın arkasındaki tanıtım yazısının bir kaç satırı çekmiş olabilir, ya da kapağın güzelliği, kimbilir...

Romanın kahramanı Süreyya'nın henüz bebekken kendisini bırakıp giden annesi Mesude'nin yıllar sonra ona telefon etmesiyle başlıyor. Annesinin gidişiyle babaannesinin sahip çıktığı, büyüttüğü Süreyya, babaannesinin ölümüyle yapayalnız kalıp, gerekmedikçe kimseyle samimi olmadan, sınırları içerisine kimseyi sokmadan yaşayan birine dönüşüyor. Babaannesinden kalan parayla "bir yere ait olma" korkusundan uzun süre otellerde kalıyor, devamlı bir iş sahibi olmaktan kaçınıyor.

İç dünyasını dışarı vurmakta en başarılı olduğu an yazdığı zamanlar, oldukça başarılı romanlar yazıyor ancak insanlardan kötülük görmemenin en iyi yolunungöz önünde olmamak olduğuna inanan Süreyya kimsenin ilgisini çekmemek için romanlarını N.Y. isimli, şımarık, zengin bir kıza satarak, kızın ünlü bir yazar oluşuna tanıklık ediyor.

Yaşadığı evler, hayatındaki insanlar, dostlukları acımasızca değişiyor. Öyle ki, bir seyahat sırasında Barcelona'da tanıştığı ve ilk görüşte aşık olduğunu sandığı Marcel için Barcelona'da yaşamaya başladıktan kısa süre sonra Ada'yı doğurduğunda kendini kafese kapatılmış gibi hissettiği anda kaçıp gidiyor. Kendisini bırakıp giden annesine duyduğu nefret ve özleme rağmen, kendisi de gözünü kırpmadan kızını bırakıp gidebiliyor.

Hiç bir yere, hiç kimseye ait olamayan Süreyya'nın öyküsü bu.

Nermin Yıldırım, aile içi kopuklukları, çocuk istismarını ve çoğu zaman insanlar içinde yaşadığımız yalnızlığı Süreyya'nın dilinden çok başarılı şekilde anlatırken bir tarftan da 12 eylül dönemini kendi bakış açısıyla yansıtıyor. Süreyya'nın yazdıkları ise roman içerisinde keyifle okunan öyküler olarak kitabı daha da zenginleştirmiş.

Elimden bırakamadan, bir solukta okudum. Süreyya'nın yaşadıklarını, hissettikleri öyle anlatılmış ki ben de o ne hissettiyse hissettim, bazen otellerin soğuk lobilerinde oldum, bazen Şişli'nin eski yüksek tavanlı bir evinde televizyonun karşısında oturdum, bazen depremleri hissettim.

Şiddetle tavsiye ediyorum...





2 Ocak 2013 Çarşamba

Kirpinin Zarafeti (L'elegance du herisson) - Muriel Barbery


2006 yılında Fransa'da büyük ilgi gören "Kirpinin Zarafeti", hakkında hiç bir şey duymamış olmama rağmen arka kapak yazısının etkisiyle okuduğum bir roman. Çabucak bitmesin diye ağırdan aldığım, geçen pek çok cümleyi teker teker yazdığım mükemmel bir eser.

Bir apartmanda gelişen sıradışı bir dostluk konu ediliyor. Çevresinde olan bitene tahammül edemeyen, kendisini farklı bir dünyadan gelmiş gibi hisseden ve hayatın anlamsızlığı nedeniyle on üçüncü yaş gününde intihar etmeyi planlayan bir kız çocuğu ve aynı apartmanın kapıcılığını yapan; edebiyat, sanat ve felsefe alanlarında kendini son derece yetiştirmiş olmasına rağmen bu bilgeliğiyle kimsenin dikkatini çekmek istemeyen ve bunun için çabalayan Renee'nin birbirlerini tanıma fırsatı bulmaları ve dost olmaları anlatılıyor. Aralarındaki yaş ve statü farkı ne onlar ne de okuyucu tarafından hissedilirken, bu kadar farklı iki insanın birbirlerinde buldukları benzerlikler ve ettikleri sohbetler sıcacık.

Buz gibi bir kış gününde, keyifle, satır satır, sindire sindire okunabilecek edebi ve felsefi bir temel taşı.

Çay sohbetleri ve çay ritueli hakkında çok hoş bulduğum bir paragraf:

"Çay ritüeli, aynı jest ve yudumlamaların bu değerli sürdürülüşü basit, sahici ve rafine duyumlara bu yükseliş; çay, yoksulların olduğu kadar zenginlerin de içeceği olduğundan bir aristokrat zevkine sahip olma izninin pek az masrafla herkese verilişi; yani çay ritüeli, hayatlarımızın saçmalığında dingin bir uyum gediği açmak gibi olağanüstü bir erdeme sahiptir. Evet, evren boşlukla elbirliği yapar, kayıp ruhlar güzelliğe ağlar, anlamsızlık bizi kuşatır. O halde bir fincan çay içelim. Sessizlik olur, dışarda esen rüzgar işitilir, sonbahar yaprakları hışırdar ve uçuşur, kedi sıcak bir ışık içinde uyur. Ve her yudumda zaman iyice yücelir"





Anlaşma (The Pact) - Jodi Picoult

'Söylenecek bir şey kalmamıştı. Kollarını ona dolayan kızın hayatının her evresini gözünün önüne getirebiliyordu; beş yaşında daha sarışın, on bir yaşında hızla boy atıyor, on üç yaşında elleri erkeksi. Mehtap, çekik gözlerinde yansıyarak yuvarlanıyordu gökyüzünde. Kız onun teninin kokusunu içine çekti ve "Seni seviyorum" dedi. Genç adam onu o kadar usulca öptü ki kız bunu hayal ettiğini sandı; gözlerine bakmak için biraz geri çekildi. Ve silah patladı...'

Emily'nin bir silahla vurulup hayatını kaybetmesiyle başlıyor kitap... Olay bir atlıkarınca üzerinde geçiyor. Olay sırasında Emily'nin yanında tek bir kişi var, o da Chris. Yan yana evlerde, doğdukları andan itibaren bir arada büyüdüğü, büyüdükçe masum duygularının aşka dönüştüğü Chris... Hayatta bir tek ona aşk duymuş olan Chris...

Emily'in ölümü ile tutuklanan ve yargı süresince yaşadığı şok nedeniyle çok yıpratıcı olmasına rağmen Chris'in o gece yaşananları hatırlama çabasına, geride bıraktıkları ailelerinin dostluklarının paramparça oluşuna tanık oluyoruz. Bir solukta okunan romanda son sayfaya kadar cinayet mi yoksa intihar mı ikilemi yaşatan Jodi Picoult her zaman olduğu gibi konuyu herkesin ağzından, kendi bakış açılarıyla aktarmakta çok başarılı. Romanlarında aile ilişkilerini daima ön planda tutan Picoult, bu defa da "çocuğunuzu ne kadar tanıyorsunuz" sorusunu gündeme getiriyor.

1 Ocak 2013 Salı

Atlıkarınca (Ringispil)



Bazı kitapların her şeyden önce kapakları çeker beni, kapağını beğenip aldığım onlarca kitabım vardır.  Atlıkarıncada da bu şekilde oldu, sepya tonlarında, geçmişi hatırlatan büyük bir sahnede dans eden bir balerin...

Tıpkı sepya tonlarındaki kapağın hissettirdiği gibi, yıllarını Bolşoy sahnesinde dans ederek geçirmiş, döneminin en büyük ve ünlü balerini Anna Balint'in tüm kemiklerine işlemiş kanserin etkisiyle yattığı hastane yatağında geçmişe, yıllar öncesine, çocukluğunun geçtiği salaş çiftliğe dönüşüne, çiftlikteki atlıkarıncada geçirdiği anları anımsayışına tanık oluyoruz.  Kızının kendisi gibi çiftliğe sıkışıp kalmasını istemeyen annesinin Anna'yı alarak Belgrad'a , bir bale okuluna getirmesiyle Anna'nın hayatı tamamen değişiyor.

Anna Balint'in Belgrat'tan Moskova'ya; Bolşoy sahnesinin baş balerini oluşuna doğru ilerleyen yaşam öyküsü akıcı ve sıcacık bir dille anlatılmış. Yer yer diyaloglara fazla yer verilmiş olduğu hissedilse de yine de okuyucu farklı bir atmosfere taşıyan bir kitap. Romanda yer alan herkesin birbirine aynı hitap sözcüklerini kullanıyor oluşu ise bunun bir "ilk roman" oluşuna bağlı olduğu ya da çevirisinin başarısız olduğunu düşündürüyor. Yine de sanata bale dansına ilgi duyan pek çok kişinin severek okuyacağı kesin...

(Atlıkarınca - Jelena Bacic Alimpic)